10 Nisan 2009 Cuma

Detoks Maddesi Olarak Hümik-Fülvik Asitler

Detoks veya şelatlama terapisi özellikle metallerden kaynaklanan fazla zehirlerin vücuttan atılması için kullanılan cerrahi olmayan güvenli bir tedavi yöntemidir. Şelatlayıcı maddeler zehirli metalleri ve vücut fonksiyonlarına zarar veren diğer maddeleri bağlamaktadırlar. Ayrıca, bu zehirli maddelerin böbrek vasıtası ile atılmasında vücuda yardım etmektedir. Ağız yolu ile alınan şelatlayıcı maddeler vücudun dokularında sirkülasyonla depolanarak oluşan problemleri de sıkça önlemektedir.

Şelatlama terapisi çok değişik sağlık problemlerini çözmede kullanılmaktadır. Öncelikle, şelatlama maddeleri vücuda değişik şekillerde giren kadmiyum, kurşun ve cıva gibi ağır metallerin bağlanmasında ve vücuttan atılmasında kullanılmaktadır. Dünyada bilinen en güçlü ve doğal şelatlama maddesi hümik-fülvik asitlerdir. Hümik maddeler doğal çevrede organik karbonun en çok bilinen ortak şeklidir. Toprağın ve tortuların bu organik anahtar bileşenleri dünya yüzeyinde oldukça yaygındır. Birçok hümik maddeler kimyasal olarak inorganik maddelere (kil ve oksitlere) yapışmıştır. Hümik maddelerin çok küçük bir parçası toprakta çözeltiler içinde, özellikle alkali şartlarda çözünmüş durumda olabilmektedir. Hümik maddelerin önemli bir özelliği metal iyonları, oksitler ve kil mineralleri ile suda çözünen veya çözünmeyen kompleksler oluşturmasıdır. Ayrıca, hümik maddeler alkenler, yağ asitleri, kapilari-aktif maddeler ve peptisitler gibi organik bileşikler ile reaksiyona girebilmektedir. Toprakta ve turba kalıntılarında oluşan hümik maddeler toprak ve su eko-sisteminde önemli bir rol oynamaktadır. Çiftçiler humatları tohumun hızlı filizlenmesi ve rizom (kök gövdesi) gelişimini ilerletmek için kullanmaktadırlar. Hümik maddeler oksijen naklini uyarmakta, solunumu ivmelemekte ve bitkilerce ihtiyaç duyulan besin maddelerinin kullanımını desteklemektedir. Çiftlik hayvanlarının yemi hümik maddeler ile hayvanların tekrar üretim döngüsündeki iyileştirmeleri, hastalıklara karşı mukavemeti ve büyüme verimi için kuvvetlendirilmiştir. Bu gözlemler, bilim adamlarını humatların özelliklerini çalışmaya ve insan sağlığının gelişmesindeki faydalarını tespit etmeye sevk etmiştir. Hümik maddeler, kimyasal ve yapısal terminolojide bir tek içeriğe uymamaktadır. Bu maddelerin karakterizasyonu zordur. Aiken ve ark. hümik maddeleri şöyle tanımlamıştır: “Doğadan izole edilebilen yüksek molekül ağırlıklı heterojen organik maddelerin doğal olarak oluşan bir kategorisidir. Bu maddeler çözünürlükleri ile tanımlanmaktadır.” Birçok değişik hümik madde tarifi yapılmıştır:

Humus: Suda herhangi bir pH değerinde çözünmeyen hümik maddelerin bir kısmıdır. Bu maddeler çok büyük moleküler boyutlara sahiptirler. Molekül ağırları 300,000 dalton civarındadır. Bu maddede oksijen içeriği %32-34 aralığı ile en düşük seviyededir. Azot içeriği ise %4 ile en yüksektir. Yüksek molekül ağırlığı sebebi ile yüzeylerindeki negatif bakiye yükü güçlü alkali pH’da bile makromolekülleri peptize etmede yetersizdir. Bundan dolayı topraktaki hareketleri koyu konumda iken önemsizdir.

Hümik asit: Hümik maddelerin bazik ortamda çözünen kısımlarıdır. Böylece, onların topraktaki hareketi nötral-asidik-alkali şartlarla sınırlıdır.

Fülvik asit: Hümik maddelerin tüm pH şartlarında çözünebilen kısımlarının ismidir. Fülvik asit seyreltik alkali şartlarda çözünmektedir. Çözelti asidik şartlara dönüşse de çökmeyecektir. Bu maddeler en düşük molekül boyutuna sahiptirler. Molekül ağırlıkları 2000 dalton civarındadır. Fülvik asitler en yüksek oksijen içeriğine (%45-48 civarı) ve en düşük azot içeriğine (sahip maddelerdir. Düşük molekül ağırlığı sebebi ile yüzeyinin negatif bakiye yükü, ortam nötral da olsa hafif alkali de olsa toprakta önemli hareket sağlayarak, makromolekülleri peptize etmede yeterlidir.

Fenolik asit: Çözünürlük bağlamında bu madde tanımlanmamıştır. Fakat, hümik maddelerin bir parçası olarak tarif edilmiştir.

Potansiyel tedavi edici özelliği olan hümik maddelerin iki önemli grubu vardır: hümik asitler ve fülvik asitler. Bilimsel literatür, hümik asitlerin ve fülvik asitlerin tedavi edici özellikleri olan (a) mineral ve iz element emmede olumlu etki sağlayan kabiliyetleri, (b) ağır metal bağlama ve metal zehirlemesini azaltma kapasiteleri hakkında dokümanlar yayınlamıştır. Bu aktiviteler onların metal iyonlarını bağlama ve kullanımını kolaylaştırma kabiliyetlerine atfedilmiştir. Fenolik asitlerin, potansiyel tedavi edici özellikleri bakımından, özellikle metal bağlama kabiliyetleri genişçe çalışılmıştır. Fakat, onların tedavi edici rolü hümik asitlerle kıyaslandığında halen ileri düzeyde bir araştırmaya fenolik asitlerin ihtiyacı olduğu görülmektedir.

Kadmiyum, kurşun ve cıva toplumun maruz bırakıldığı en zehirliler ve çevresel metalik kirlilik oluşturanlar arasındadır. Kadmiyum tüm vücut sistemlerine, ister yutulsun veya isterse teneffüs edilsin, zehirli olmaktadır ve vücut dokularında toplanmaya meyillidir. Yarı ömrü 20-30 yıl olan kadmiyum, bilinen bir merkezi sinir sistemi nörotoksini ve karsinojenidir. Bir kişinin (ortalama 70 kg) günlük kadmiyum alımı, Avrupa ve ABD’de tipik gıda takviyesi olarak 25-60 mgr şeklinde tahmin edilmiştir. Kadmiyuma uzun süre maruz kalma böbrekte zarara neden olabilmektedir. Kadmiyum zehirlenmesi böbrek yetersizliği, yüksek tansiyon, karaciğer yarası ve akciğer sorunlarını da içeren değişik teşhislerde açıklanmıştır. Ayrıca, kadmiyum mineraller için gerekli olan taşıyıcı proteinleri bağlama çekiciliğine sahiptir. Kadmiyum, bakır ve çinkonun bağlanma ve vücutta etkili olarak kullanılma gücünü etkilemektedir.

Yenidoğanların ve bebeklerin sinir sistemi kurşun zehirlenmesine karşı oldukça duyarlıdır. Yetişkinlerde kurşuna maruz kalmanın en önemli etkisi yüksek tansiyondur. Kanın kurşun seviyesi ile yüksek kan basıncı arasında önemli doğrudan bir ilişki kurulmuştur. Bu, 40-59 yaşlarındaki erkeklerin kan basıncında açıkça ifade edilmiştir.

Cıva zehirlenmesi büyük ölçüde görüldüğü vakıaya bağlıdır. Element formundaki ile organik ve inorganik bileşikler değişik zehirlenme özellikleri göstermektedir. Civanın nöro-zehirliliği yetişkinler için en yüksek riski göstermektedir. Metil civanın hamile kadınlarında ceninin gelişimini etkilediği görülmüştür. Birçok çalışma, ağır metal zehirliliğini azaltmada hümik asitlerin mekanizmasını ve rolünü tanımlamak için yürütülmüştür. Bu çalışmalar birbirleri ile çelişen sonuçlar üretmişlerdir. Tavşan barsağında kadmiyum emilişi üzerine hümik asitlerin etkisini belirmek için yapılan bir çalışmada araştırmacılar, metallothionein parçasına kadmiyumun artış halindeki dağılımı ile barsakta kadmiyumun daha düşük bir miktarda emilişine katkıda bulunabildiğini bulmuşlardır. Buradan da kadmiyumun hümik asitlerce bağlanmasının barsak bölgesinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Fakat, barsak hücreleri içine kadmiyum alınmasını etkilemesi yerine, daha ziyade hümik asit hücreler içersinde kadmiyum metabolizmasını etkilemekten sorumlu olabilmektedir. Diğer bir çalışma, hümik asitli kadmiyum komplekslerinin barsak bölgesinde oluşmasını belirlemek üzere tasarlanmıştır. Barsak emilişi ve bu kompleksin dokuda toplanması üzerine gözlenen etkileri ayrıca çalışılmıştır. Evvelki çalışmada tavşanların barsaklarındaki hümik asitin varlığında kadmiyumun azalma halindeki emilişinin aksine, farelerde kadmiyum emilimi bu çalışmada hümik maddelerle etkilenmemiştir. Fakat, kadmiyumun organ dağılımı en yüksek hümik aside maruz bırakılma seviyesinde böbreklerdeki azalan kısmi tutunma ile gösterildiği üzere emilişinden sonra etkilenmiştir.

Hümik-fülvik asitler canlı dokularda (in vivo) metaloproteinlere metalleri taşıma kabiliyetine sahiptir. Bu proteinler zehirlenmeyi önleyerek fazla metal iyonlarını ayırmakta ve metal depolamada bir rol oynamaktadır. Metaloprotein konsantrasyonları en fazla karaciğerdedir. Metaller bu organın metalotionin kısmında toplanmaktadır. Metaloproteinler her insanın dokularında bulunabilmektedir. Kan plazmasında küçük miktarlarda içerilmektedir. Bu proteinler metallerin iyi bir biçimde taşınmasında rol oynamaktadırlar. Hümik-fülvik asitlerin serbest metal bağlama kapasitesi seyreltildiği veya yüksek bir metal humat konsantrasyonu içerdiği zaman, hümik-fülvik asitler bu metali kullanmak veya bağlamak için protein tipi moleküllere transfer edecektir. Diğer bir değişle, şayet serbest metal bağlama kapasitesi yüksekse hümik-fülvik asitler metallerle metaloproteinlere yapışmış veya serbest kompleksler yapacaktır. Ayrıca, bu metallerin vücuttan atılma işlemini de kolaylaştıracaktır. Sonuç olarak, hümik-fülvik asitlerin iyon değişim kapasitesi ve şelatlama özelliği sebebi ile metaloproteinlere benzer bir biçimde hareket ettiği düşünülebilecektir. Metaller metaloproteinlerin bir parçası oldukları zaman biyo-kimyasal reaksiyonları ayarlayabileceklerdir. Öncelikle, araştırmalar gerekli olan mineralleri taşımak için hümik-fülvik asit içeren bir mikroelementin sıvı konsantrasyonun kabiliyeti üzerine odaklanmıştır. Hümik-fülvik asitlerin ağız yolu ile tüketimi altı hafta boyunca her gün sağlanmıştır. Bu yolla kadmiyuma sürekli maruz kalan 31 işçide önemli derecede kandaki kadmiyumda azalma ve idrardaki kadmiyumda da artış olmuştur. Kişilerin çoğunluğunda ilk durumdaki anormal derecede düşük olan serum demir seviyesi artmış ve böbrek ile karaciğer fonksiyonları düzelmiştir. Araştırmalar göstermektedir ki mide-barsak bölgesinden kadmiyum emilimi Zn, Cu, Fe, Se, Ca ve Vitamin C gibi elementlerin temini ile etkilenmiştir. Hümik-fülvik asitlerin bir iyon değiştirici olarak dokulardan alınması için gerekli kabiliyeti şelat formundaki bağlı iz elementlerini serbest hale getirebilmekte ve kadmiyum gibi diğer elementleri elverişli halde bağlayabilmektedir. Aynı zamanda kadmiyumun alımını ve mide-barsak bölgesinde emilişini azaltmak için dokulara gerekli elementler sağlanmaktadır. Karaciğer ve böbrek enzimlerinin gelişimi, mikroelement pozisyonu üzerindeki hazırlığın etkisine ve vücuttaki dengeye atfedilmiştir. Bu durum, daha sonra enzimlerin işlevsel hale gelmesinde büyük bir rol oynayacaktadır. Hümik-fülvik asitlerin iz elementlerin metabolizması üzerine etkisi 51 sağlıklı yetişkin gönüllüde çalışılmıştır. Hümik-fülvik asitlerin iki hafta boyunca ağız yolu ile alımını takiben kandaki kurşun ve kadmiyum seviyelerinde önemli düşüş sağlanmıştır. Ayrıca, hümik-fülvik asitler gıdalardan gelen veya çevresel faktörlerden kaynaklanan kadmiyum ve kurşunun emilişini azaltmıştır. Hümik-fülvik asitlerin kan parametreleri (örneğin, haematocrit, hemoglobin, lökosit sayısı; SGOT, GGT, ALP ile Na, K, Ca, ve P) üzerine önemli bir etkisi olmamıştır. Hümik-fülvik asitlerin faydalı etkileri iş hayatından ve çevresel faktörlerden maruz kalınan ağır metalleri değerlendiren klinik denemelerle yayınlanmıştır. Rutin iş sağlığı kontrolleri için yapılan üç haftalık bir klinik gözlemde 21 kişi genelde bulunan kurşun seviyesinden daha fazlasına sahip olduğu tespit edilmiştir (1 mmol/L’yi aşmıştır. İnsan sağlığı risk limiti 1,5 mmol/L’dur). Kabul edilen insan sağlığı limitini aşan kadmiyum seviyesine (0.08 mmol/L) 26 kişide rastlanmıştır. Günlük ağız yolu ile alınan hümik-fülvik asitleri takiben kandaki kurşun ve kadmiyum seviyelerinde önemli bir azalma gözlenmiştir. Bu kişilerin kan kimyasında önemli veya patolojik değişiklikler olmamıştır. Buna ilaveten, penisilamin gerekmeksizin hümik-fülvik asitler altı yetişkin kişiye arttırılan kurşun seviyesi ile verilmiştir. Uygulama üç hafta sürmüştür. Bu altı kişinin dördü (%66) günlük alımlar sonunda üç haftayı takiben düşük kan kurşun seviyelerine sahip olmuşlardır. Kişilerdeki kurşun seviyesinin düşme hızı penisilamin için rapor edilen ile aynı olmuştur. Hümik-fülvik asit uygulaması yapılan iki hastada hafif yan etki tespit edilmiş ve tedaviye devam edilmemiştir. Bu klinik gözlemlerden elde edilen sonuçlar göstermiştir ki hümik-fülvik asit uygulaması ile insanlardaki ağır metallerin zehirli seviyelerindeki azalmayı açıkça etkilemiştir. İki açık klinik deney daha yapılmıştır. Bu çalışmada gönüllü olarak kurşuna maruz bırakılan hastalara hümik-fülvik asitin yararlı etkileri test edilmiştir. Yüksek kurşuna maruz bırakılan yirmi kişiye altı haftalığına hümik-fülvik asitten 20 ml/gün dozunda verilmiştir. Kurşunun kandaki seviyesi çalışmanın başından beri kontrol grubu ile karşılaştırıldığında önemli ölçüde düşmüştür. Tedavi boyunca klinik veya kan parametrelerinde değişiklik olmamıştır. İki kişide tedavi bırakılmadan hafif ve geçici ishal rapor edilmiştir. Dört kişide orta halli bulantı ve bir kişide de geçici baş ağrısı tespit edilmiştir. Altmış kişide yapılan diğer bir açık klinik deney de benzer bir şekilde yapılmıştır. Fakat derinlemesine bir sonuç alınamamıştır. Serum kurşun parametrelerindeki değişim, 12 haftalık kullanım süresinin sonunda kullanılmadan evvelki değerlerle kıyaslandığında önemli olmuştur. Bu denemenin sonuçları kurşuna maruz bırakılan gönüllülerdeki hümik-fülvik asitin altı haftalık uygulanmasındaki kadar derinlemesine olmamıştır. Kandaki kurşun seviyesini düşürmek önemli olmasına rağmen kişilere verilen hümik-fülvik asitin dozunun düşük olması sebebi ile daha uzun zamanlı tedaviye ihtiyaç bulunmaktadır. Test edilmiş laboratuar parametreleri (kan serumu, rutin laboratuar testleri, karaciğer ve böbrek fonksiyonları ve idrar tahlilleri) hümik-fülvik asitin tavsiye edilen dozda güvenliğini sağlayarak önemli değişiklikler göstermemiştir. Önceki ilk iki çalışmadan elde edilen veriler göstermiştir ki serum veya kandaki kurşun seviyesi ne kadar yüksekse, bu parametrelerdeki düşüş o kadar çok olmuştur. Ayrıca, iş hayatından kaynaklanan kurşuna maruz kalmanın tedavisi hümik-fülvik asitin 20 ml/gün dozunda oldukça etkili gözükmektedir. Hümik-fülvik asitlerin ağır metal şelatlama üzerine yararlı etkileri hayvanlar üzerindeki çalışmalarla da teyit edilmiştir. Ayrıştırılmış hümik asit kullanılarak yapılan bazı çalışmalar göstermiştir ki barsakta kadmiyumun emilişini ve dağılımını hümik asit etkilemektedir. Hümik-fülvik asitler kullanılarak yapılan ilave çalışmalar, hümik-fülvik asitlerin ağır metalleri bağladıklarına dair destek sağlamışlardır.

Hümik-fülvik asitlerin emiliş ve izotop etiketli stronsiyum kloritin işbirliği üzerindeki etkisi de yayınlanmıştır. Hümik-fülvik asitler sadece stronsiyumun emiliş hızını yavaşlatmaz, aynı zamanda bu zehirli elementin idrar yolu ile atılmasını da etkilemektedir. Hümik-fülvik asitlerle beslenen hayvanlarda stronsiyumun idrarla atılması daha az yoğunluktadır. Hümik-fülvik asitlerin bulunduğu ortamda toksik elementin emilişinin daha az olduğunu otoriteler bildirmişlerdir. Aynı etki kadmiyum ve kurşuna maruz bırakılan insanlar için de tespit edilmiştir. Bu metallerin idrar ölçümlerinde görüldüğü üzere gıda ve çevresel faktörlerden gelen kadmiyum ve kurşunun emilişi hümik-fülvik asitlerce azaltılmıştır. Ayrıca, insanlarda idrarda kurşun ve kadmiyum değerleri hümik-fülvik asitlerin uygulanması süresince artmıştır.

Referans

Editör: Mümin Dizman

humik.asitler@gmail.com